Gezenmi Okuyan mı? | Bir Kadın Gezginin Maceraları. Sen mi? Ben mi? O mu? En Çok Kim Biliyor? Bizim için evrensel bir soru gibi bu; Çok gezen mi bilir? Çok okuyan mı bilir? Araştırdığımız zaman da bu soruya tek cevap yok, göreceli kavram gibi. Okul yıllarında ne çok şey öğreniriz değil mi? Üniversite bitip iş hayatına çok gezen nie bilmez ki .ok bişi yazmamış tmm bencede çok kitap okuyan mı çok yaşayan mı dersen yaşayan ama gezen yaşayanda daha çok bilir bence ve bu bizim münazara konumuz ayrıca gezen nie mi blir çünkü yaşaynnın 20 yıllık ömrüne sığdırdığı tecrübe yi gezerek 5-6 yıla sığdırabilir yaşayan dümdüz yaşasa ne fayda Hayatakıp gidiyordu ve ben dışarıda özgür değildim. çok gezen bilir. Çünkü okuyan kişi, gezen kişinin yazdıklarını okur. Mesela ben bi yeri görüyorum ve bununla ilgili bi kitap yazıyorum. Sen bu kitabı okuyunca benden daha iyi bilemezsin. Burda kıyaslama yapabilmemiz için ortak bi konu olmalı hem gezilebilen hemde okunabilen. Çok okuyan mı bilir çok gezen mi? Websitelerimizde, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 36. Maddesi uyarınca, sadece yazıların sahibi olan köşe yazarlarının ad soyad bilgileri, yazı sahibi gazete bilgisi, yazı tarihi ve yazıların gazetelerdeki orjinal kaynak linkleri paylaşılmakta olup, yazılara tıklandığında da gazetelerin orjinal url'lerine ziyaretçilerimiz yönlendirilmektedir. Kendini geliştirmek isteyen bir insan okumalı, hemde ayırt etmeden önüne ne gelirse okumalı, okuduğunu hayatına eklemesi gerekmektedir. Bunu yapabilen ancak kendini geliştirmiş sayılır. Evet, bu bilgi le ışığında insanın kendini geliştirmesinde, yani her konuda iyi bilmesi için çok okumasına gerektiği yadsınamaz bir qfUjj. Cevap Çok okuyan bilir tezi savunması Toplumdaki yaygın kanının aksine ben çok okuyan bilir şeklinde görüş beyan etmek istiyorum Ansiklopediyi açıp bir anda dünyanın öbür ucundaki bilgilere bile ulaşabilirim,işte bu yüzden diyorum ki insan ne kadar gezerse gezsin okumakla edindiği bilgileri edinemez,buna ömrü yetmez ki..Bence bu konu sadece edindiğimiz bilgilerin akılda kalıp kalmamasıyla ilgili..gezen kişi bidaha gördüğünü unutmaz ama okuyan çabuk unutabilir,tabi bu da kişinin hafızasına bağlı bir mesele..çok okuyan bilir çünkü insan hayatının ancak 50 yılını gezerek gecirebilir ve bu işin maliyeti yüksek olduğu için bunu ne kadar yapabilir bilemem ayrıca gezdiğimiz yeri kayıt altına alma zorunlulumuz var yoksa akıl kağıt degilidr gezi yerinide birgün unutabliriz ama biz okursak kısa zamanda cook bilgiye sahip olabiliriz ve bunlar silinecek degilidir yani kitaptan silinmez, untursak bile yine açıp okuyabiliriz diye düşünüyorum saygılarımlaSorunun asıl cevabı "Bilmek'ten" ne anladığımıza bağlı. Teorik bilgileri sadece ve sadece okumakla elde edebiliriz; pratik bilgileri ise yaşıyarak ve görerek. Birisinde mantık ve düşünce neticesinde beynimize işlediğimiz, beynimize yer eden bilgiler, diğerinde duyularımızla elde ettiğimiz, duyularımız vasıtasıyla beynimize işlenen bilgiler, tecrübeler. Güneşin yaktığını ve bu yakma neticesinde duyulan acıları ve bu acıların niteliğini ancak canı güneşte yanan bilir. Güneşin neden yaktığını, güneşten yanan yerimizin neden acıdığını ise okuyan ve bu türden olaylarla teorik olarak uğraşan bilir. Birisi dışarıda gezerek,güneş altında kalarak, diğeri masa başında oturup okuyarak veya deneme yaparak. Bisikletin iki teker üzerinde düşmeden nasıl hareket ettiğini fizikçi bilir; bisiklete nasıl binileceğini, bisiklete binen çocuk. Baştaki soruya dönersek çok gezen ve çok gören çok bilir; çok okuyan ve okudukları üzerinde kafa yoran da çok bilir. Ama bu türden bilme tek yanlıdır, eksik bir yanı vardır. Bence önemli olan "En çok bilme" değil "iyi bilmedir", iyi bilmeyi de teoriyi ve pratiği birleştirerek elde edebiliriz. Peki sırf teori ile veya sırf pratik ile başarıya ulaşlımaz mı? 'Ulaşılır' en üst kariyer basamağına bile çıkılır, ama buna rağmen bir eksik vardır, benim düşünceme göre. Not Düşünce bilme yaşayan . yaşadığını hisseden bilir. yaşamak ve hissetmek. algılamadığımız unsurlar ister görsel ister düşünsel olsun bu algıladıklarımız nispeten bizde eğer bir heyecan bir şevk bir fikir oluşturuyorsa öğreniyoruz demektir. herkes aynı şeyi algılamaz ve hissetmez. bu yüzden gezen mi yoksa okuyan mı sorusu sık sorulan bir sorudur. OKUMAK SONRA GEZMEKBence çok okuyan gezen, gezeceği yeri nereden bilir?,Yalnız neyi hangi kaynaktan okuduğunuz çok önemlidir. Gezen insan nereleri gezer? Seyahat esnasında ne kadar zamana ihtiyacı vardır? Gezdiği yerler hakkında enformasyon açısından okumadan ne kadar derinleşebilir? Okuyan bir insan neleri okur? Okuduklarının hayata olan etkisi ne kadar güçlüdür? Okuma esnasında ne kadar zamana ihtiyacı vardır?1-Okuyan insan, gezen insana göre bilgi sahibi olma konusunda zamanı daha ekonomik kullanabilme imkanına sahiptir. Örneğin bir kitaplıkta pek çok konuda kaynağa aynı anda zaman kaybetmeden sadece elinizi uzatarak kaynakları okuyorsa, bilgi sahibi olmada gezen insana kıyasla daha fazla gezdiğin yer hakkında okuma yapmadan gerçek amacına okuma eylemini tamamlayıcı nitelikte olduğu zaman ciddi bir anlam her konuyu gezerek nasıl öğrenebilirsiniz? Örneğin; Hukuk, psikoloji ,matematik , din ,edebiyat , tıp ve benzeri bilim dallarını her yönü ile ve detaylı bir şekilde gezerek nasıl öğrenebilirsiniz? Çok gezen mi bilir çok okuyan mı tartışmaya açık bir konu. Münazara yapılabilir ama bilinmesi gereken ikisinin de bildiği kendisine göre çok fazla olacağıdır. Yıllar öncesinde bahsediliyor olsaydı kendi düşüncem gezenin bileceği olurdu. Günümüzde ise teknolojinin gelişmesi insanların en çok okuyan bildiğini gösterir. Çok gezen; Zamanının önemli kısmını yolculukla geçirir. Gördüklerini ve yaşadıklarını not alması gerekecektir. Tecrübelere daha yakından şahit olarak gerçekleştirebilirsiniz. Gezdiğiniz gördüğünüz yerler görsel hafızaya kaydolarak bilginiz daha taze kalacaktır. Hayatınızda anı olarak kalıp bilgilere daha az ama detaylı şekilde ulaşırsınız. Daha az bilgiye ulaşır Detaylı bilir Görsel olarak tam bilgiye ulaşır Çok okuyan; Kitaplardan, internetten, arşivlerden çeşitli yerlerden bilgiye ulaşılabilir. Hızlı olduğu kadar yazılı, görsel ve sesli olsa dahi çok gezen kadar detaylı olmaz. Bilginin dış kısmına sahip olur, o anı tarif etmeniz yeterince mümkün olmaz. Okuyarak öğrenecekleriniz oldukça sınırlı olduğunu da unutmamalısınız. Çok bilgiye ulaşır Detayına kadar bilemez O anı yaşayamaz Görsel hafızası azdır Başa dön tuşu Zühren Kitaplara Dair Şahsiyet Gündem ve Ben Röportaj Zühren’e Gelenler İletişim Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı? Bu soru illa ki size de tanıdık gelmiştir. Hafızamızı şöyle bir yokladığımız zaman mutlaka bir mutlaka hafızanızda yer ilkokul sıralarındayken öğretmenlerimizin bize ödev verdiği gruplar halinde yaptığımız bir çalışma akabinde tez ve antitez. Aslında tez ve antitez birazda paradoks sorularına benzer. Yani kesin bir cevabı yoktur. Tez ve antitez buna bağlı olarak ikna edilmeye dayalıdır. Karşı tarafı kendi tezinle ikna edersen kazanırsın. Önemli olan karşı tarafı kendi düşüncene çekebilmektir. Başlığımız da aslında bir münazara konusudur. Peki, soruyorum sizce çok gezen mi bilir çok okuyan mı? Şunu unutmayalım ki asıl mesele bir düşününce aslında iki türlü de öğrenebiliyoruz. Gezerek öğrenmek; gözlemlemeye ve görsel olarak analiz etmeye dayalıdır. Okuyarak öğrenmek ise; daha çok okuduklarını betimleyip analiz yapmaktır. Yani ikiside aslında etkili bir öğrenme yoludur. Aynı zamanda bu durum birazda görecelidir. Yani bazı insanlar görerek daha iyi anlarken bazı insanlar okuyarak ve betimleyerek daha iyi anlarlar. Ben de okuyarak ve betimleyerek anlayanlardanım. Genel anlamda da çok okuduğum için okuyarak bilmek ve öğrenmek daha çok hoşuma gidiyor ama tabi ki gezerken de öğrenilecek çok şey var. Yani aslında konu bu kadar öznel ve göreceliyken oturup saatlerce bunu tartışmak biraz tuhaf, ama bildiğiniz üzere edebiyatta buna münazara diyorlar. Üstelik edebitaımızda bu tarz eserlerde vardır . Örneğin ;Alaeddin Çelebi Dastan-ı Tüt-i vü Karga -i Alaeddin Yani bu durum biraz da sanatlaşmış , edebiyata adapte edilmiş durumdadır. Bu tür edebiyata adapte edilincede haliyle kullanılmş ve kullanılmaya devam edilmektedir. Sorumuza dönecek olursak bence her iki görüşte kabule değer ikiside kabul edilebilir. Her iki şekilde öğrenmekte güzel. Aslında öğrenmenin kendisi çok güzel öyle değil mi? sürekli yeni şeyler öğrenme isteği aslında hayatın insana verdiği en değerli hazine. Sürekli öğrenmeye aç bir yapınız varsa çok şanslısınız hayat boyu önünüzdeki tüm engelleri kolayca aşarsınız. Çünkü bilmek en büyük güçtür. Bundan asırlar yıl öncesinde de böyleydi şimdide öyle. Bilmek evrenin en büyük sırrıdır. İnsanlar yıllar boyu bilmek için çok şey lafın kısası asıl olan şey öğrenmektir. Öğrenmek her şekilde ve koşulda gerçekleşebilir. Bizler yeter ki öğrenmeye aç ve istekli olalım. Özellikle şu zamanda öğrenmek en büyük ihtiyaçtır. Öğrenmeli ve bildiklerimizi herkesle paylaşmalıyız. Çünkü cehalet bu şekilde yok olacaktır. Belki de yıllardır en çok tartışılan münazara konularının başında gelir. Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?’ İnsanın bir fikri olmadan bir icraatı olması mümkün değil elbette. Bu da okumakla ve merakla gelişen bir olgu. Üniversitede Mimarlık Tarihi derslerini en önden izlerdim. Çok kıymetli hocamız Sayın Prof. Bülent Özer’in derslerini izlemek büyük bir keyifti. Konferans salonunda genelde karartılmış ortamda dia projeksiyonla yapılan bu dersler öğrencileri ikiye ayırırdı. Sabaha kadar proje çizip, uyumayı tercih eden öğrenciler arka sıraları doldurur. Yine sabaha kadar proje çizip, dünyadaki mimari örnekleri görmeyi ve dönemleri içerisinde değerlendirilmesini dinlemeyi tercih eden öğrenciler ön sıraları doldururlardı. Ben ön sıraları dolduran öğrencilerdendim. Şimdilerde zihnimde kalan 17. Yüzyıl mimarilerinin yoğun örneklerini barındıran Viyana ve Paris şehirleri en çok işlenen konulardı. Derslerde hayli aktif olan bir grup arkadaşımla beraber asistan hocalarımıza Hocam dersler şahane, çok keyif alıyoruz, ama bu örnekleri bir de yerinde görüp incelesek bizim için daha faydalı olmaz mı?’ teklifiyle gittiğimizde hocalarımızın da önce şaşırdığını sonra da bizim kadar bu fikirden heyecan duyduğunu gördük. Ve böylece yine bir macera başladı. İlk hedefimiz Viyana’ydı. Hatta iş büyümüş, bir grup öğrenci sonrasında bir otobüs insana ulaşmış, bazı inşaat firmalarından da bütçemize katkıda bulunacak ufak çaplı sponsorluklar almıştık. Daha önceden de yurtdışı seyahatlerim olmuştu. Ama 97 yılında yaptığımız Viyana seyahati bir şehrin mimari olarak nasıl okunması gerektiğine dair ilk deneyimimdi. Daha sonra biraz daha geniş katılımlı bir ekip 98 yılında Paris’e bir mimari gezi düzenlemiştik. Çok okuyan mı bilir çok gezen mi?’ meselesine gelirsek, derslerde bilgi alt yapısını almış olmasaydık muhtemelen bu şehirlere gitmiş olmamız olaya o gözle bakmamıza yeterli olmayacaktı. Demek ki bilgi şart. Ama eğer bu şehirleri yerinde deneyimlemiş olmasaydık o dersler belki de şu anda hatırlanmayacak, tecrübeli eller tarafından aktarılan bilgiler ders notları arasında kalacaktı. Ben zaten bu münazaranın içerisinden çıkabilmiş bir insan değilim. Gel gelelim Şehr-i İstanbul’un siluetini inşa etmiş nam-ı diğer Koca Sinan’ın bu konu ile alakasına Mimar Sinan, Osmanlı’nın en kudretli zamanlarında 1489-1588 yılları arasında insan ömrünün o denli uzun olmadığı bir dönemde 100 yıla yakın bir ömür yaşamış. Ben hayatı hakkında bir inceleme yaptığımda yaşamı boyunca gezip gördüğü diyarları öğrenince hayli şaşırmıştım. Mimar Sinan 98 yıllık yaşamı boyunca dört kudretli Osmanlı Padişahı döneminde yaşamış ve çeşitli görevler almıştır. Birçoğumuzun bildiği üzere kendisi Kayseri’nin Ağırnas Köyü’nde doğmuştur. 1512 yılında 22 yaşında iken Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak İstanbul’a gönderilmiştir. Orduya asker yetiştiren Acemi Oğlanlar Ocağına girmiştir. Yavuz zamanında ilk kez Rumeli’den olduğu gibi Anadolu’dan da asker devşirilmeye başlanmıştır. Ve Sinan burada dülgerlik öğrenmiştir. Dülgerlik yapıların kaba ağaç ve tahta kısımlarının yapılma işine denir. Ahşap binaların çatmalarının kurulması, merdiven, döşeme, çatı ve tavan gibi yapısal kısımlarının yapılması işidir dülgerlik. Mimar Sinan, Yavuz Sultan Selim’in İran ve Mısır seferlerinde atlı sekban olarak görev yapmıştır. Bu seferler sayesinde İran’da Acem, Kahire’de ise Arap mimarisini inceleme fırsatı bulmuştur. Mısır seferi sayesinde mimari çevreyi tanımış, Selçuklu ve Safevi yapılarının yanında antik yapıları ve Mısır Piramitlerini de tanımıştır. İran ve Mısır Seferleri, Mısır Piramitlerini görmüş Çaldıran Merc-i Dabık Han Yunus Reydaniye Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1521’de Belgrad 1522’de Rodos seferlerine katılmıştır. Bu seferler, mimaride başka tarzları incelemesi için kendisine olanak sağlamıştır. Katıldığı bütün seferlerde ordunun yolu üzerindeki nehirlere köprüler kurmuştur. 1526 Mohaç Meydan Savaşına katılmıştır. 1532 Alman 1534 Irak Tebriz ve Bağdat seferlerinde gösterdiği başarılarla dikkatleri üzerine çekmiştir. 1537 haseki olarak Korfu 1538 Kara Boğdan Moldovya Seferi’nde Prut Irmağı üzerine kısa zamanda kurduğu köprüyle padişahın takdirini kazanmıştır. Orduya hizmet etmekle beraber bütün enerjisini mimarlığa yönlendirdi. İlk yapıtı olarak kabul edilen Halep’teki Hüsreviye Camii’ni 1537’de tamamlamıştır. Mimar Sinan katıldığı seferlerde Suriye, Mısır, Irak, Balkanlar, Viyana’ya kadar Güney Avrupa’yı görüp mimari eserleri inceleyip kendisi de birçok eserler vermiştir. İstanbul’da devrin en meşhur mimarları ile ve Beyazıt Cami’sinin ustası Mimar Hayrettin’le tanışmıştır. Mimar Sinan, Baş Mimarlık görevini Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat zamanında 49 yıl süre ile yapmıştır. Mimar Sinan’ın bir dahi olduğu konusunda hemen herkesin hemfikir olduğunu düşünüyorum. Ama Osmanlı’nın en parlak olduğu dönemde 98 yıl gibi bir yaş yaşamış olması, belki de imparatorluğun en güçlü olduğu dönemde 50 yıla yakın bir süre baş mimarlık yapmış olması gücünü nereden aldığının en önemli göstergesidir. Bu süre zarfında iki kıtada görevi gereği mimari inceleme ve araştırma fırsatları bulması da diğer en büyük şansı olmuştur belki de. Acemi oğlanlar ocağında İstanbul’da kalırken Ayasofya’yı da yakinen inceleme şansı olması diğer bilinen bir gerçek. Bütün bu serüvene bakıldığında bence Koca Sinan da çok gezenlerin daha çok bildiği grupta yer almakta. Dünyada 92 cami, 52 mescit, 55 medrese, 7 darülkurra, 20 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa hastane, 6 su yolu, 10 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 365 eserde imzası bulunan Mimar Sinan, 9 Nisan 1588'de 98 yaşında İstanbul'da vefat etti. Ebru ÇAĞIN Harcamalarınızı Nasıl Yönetebilirsiniz?Harcamalarınızı Nasıl Yönetebilirsiniz? Çok gezen mi bilir çok okuyan mı? Bu sorunun cevabını bulabilmek için ilkokulda münazara yapardık. Bazen de bununla ilgili kompozisyon yazmamız istenirdi. Yıllardır bu konuda çok şey yazılıp çizildi ama sorunun yanıtı hâlâ tam olarak belli değil. Çünkü çok okuyanın mı çok gezenin mi daha fazla bilgi sahibi olacağı, kişinin neler okuduğu ve nereleri gezdiği ile bağlantılı. Ayrıca okuduklarını özümsemek için neler yapıyor? Altını çizip geçmekle mi yetiniyor yoksa not tutuyor mu? Bildiklerini hayatına uygulamaya çalışıyor mu? Gezerken ne kadar iyi gözlem yapabiliyor? –Deyim yerindeyse- dostlar alışverişte görsün diye mi geziyor yoksa amacı gezdiği her yerden gönül heybesine bir şeyler almak mı? İşte; çok gezen mi daha iyi bilir çok okuyan mı?’ tartışmasına bu soruların cevapları yön veriyor. Sadece gezmek veya okumak insanı allâme-i cihan hâline getirmiyor. Mühim olan gezerken gördüklerinnden ve yaşadıklarından, okurken öğrendiklerinden ders çıkarabilmek. Bunları ezberlemek değil, hayatına tatbik etmek. Çok gezenin çok okuyandan daha fazla bilmesi de, bunun tam tersi de mümkün. Dolayısıyla ceffel-kalem çok okuyan bilir’ veya çok gezen bilir’ diye bir şey söyleyemeyiz. Tabii şimdi her şeyi bir çırpıda anlattık, bütün sırrı bozduk, yazı da bitti buraya kadar diye düşünmeyin! Bu, derin bir mevzu. Söyleyecek daha çok şeyimiz var… Buyrun, devam edin! Bilgi sahibi olmanın birçok yöntemi mevcut. Kimileri deneme-yanılma yoluyla, tecrübe ederek öğreniyor. Kimileri okuya okuya bilgi dağarcığını genişletiyor. Bazıları ise gezerek öğrenmeyi seçiyor. Çok gezen mi bilir çok okuyan mı? Sorusunu daha doğru bir şekilde cevaplayabilmek için, her iki görüşü savunmaya çalışacağız. Ondan sonra karar sizin… Bu da Soru mu Şimdi? Tabii ki Çok Gezen Bilir! Bir yeri okumak ile bizzat orada bulunmak asla aynı şey olamaz. Orayı deneyimlemenin, insanlarıyla tanışmanın, kültürünü yaşamanın yerini hiçbir şey tutamaz. Kamp ile ilgili yüzlerce yazı okumak, bir gece kamp yapmanın tadını verebilir mi? Hem gereksiz ve yanlış bilgilerin sayısı doğru bilgilerden fazla. Bunları birbirinden ayırmak zor. İnternet zaten başlı bbaşına bilgi çöplüğü. Birinin ak dediğine öteki gelip kara diyor. Dolayısıyla bilgiye ulaşmanın en kestirme ve en kesin yolu gezmekten geçiyor. Okumak bize teorik bilgiler kazandırıyor. Gezmek ise yaşanmışlıklar ve pratik bilgiler… Hem uzmanlar görsel hafızanın daha güçlü olduğunu bildiriyor. İnsanlar okuduğu şeylerin pek çoğunu aklında tutamıyor fakat gördüklerini hafızasına kaydetmesi, onları tekrar hatırlaması hiç zor olmuyor. Yabancı dil öğrenimini düşünelim. Bir dili en iyi şekilde öğrenmek, o dilin konuşulduğu ülkede yaşamakla mümkün. O dili anavatanında öğrenen kişiyle okulda öğrenen kişi arasında büyük fark var. Bu fark, kendini şîve, lehçe ve akıcılık üzerinde net olarak gösteriyor. Seyahat etmek insanların ufkunu açıyor. Hayata farklı perspektiflerden bakmasını sağlıyor. Keşfetmeden objektif olmak imkânsız. Olur mu Öyle Şey Canım? Çok Okuyan Bilir! Çok gezen mi bilir çok okuyan mı? Tartışmasının galibi, çok okuyan’ diyenler. Neden mi? Çünkü; yaşayarak edinebileceğimiz bilgiler oldukça sınırlı. Her an her yerde bulunmamız mümkün değil. Ülkemizde, dünyada neler olup bittiğini elbette sadece okuyarak öğrenebiliriz. Tarihi olayları öğrenmenin tek yolu da okumak. Hangimiz o dönemlere gidebilir ve o olayları bizzat yaşama imkânı bulabilir ki? Öte yandan bir konuda uzmanlaşmak için okumak gerekiyor. Siz hiç, gezerek doktor olan’ veya dünyayı dolaşarak avukat olan’ birini duydunuz mu? Bilgi sahibi olmanın en hızlı, etkili, garanti yolu okumak. Kitaplar, dergiler, akademik kaynaklar, ansiklopediler ve internet; aradığımız her bilgiyi bulabilmemiz için fazlasıyla yetiyor. Gezerek öğrenebileceğimiz bütün bilgiler de zaten buralarda var. Bir insan hayatı boyunca hiç şehir dışına bile çıkmasa bir şey kaybetmez. Ancak okumasa, çok şey kaybeder. Okumamak insanı ilimden, fenden, bilimden, teknik ve teknolojiden yoksun bırakır. Fehimsiz, irfansız bir insan olmaya yol açar. Cehâletin en büyük sebebi okumamaktır. İkisi de Hatalı! Çok Yaşayan Bilir! Ne okumak ne de gezmek insanı tam’ bilgi sahibi etmez. İnsan gezerek veya okuyarak öğrense bile, onları hayatına uygulamadıkça bilgilerinin faydasını göremez. Yaşanmayan bilgilerin bir süre sonra unutulması kaçınılmazdır. Çok gezen mi bilir çok okuyan mı? Artık cevabı size kalmış… Bol bol okumanız, hayalinizdeki her yeri gezmeniz, en önemlisi güzel yaşamanız dileğiyle.

çok gezen mi bilir çok okuyan mı münazara soruları